Görünenin Ötesinde: Eğitimde Pedagojik Yabancılaşmanın Kodları ve Kayıp Temsil
Okulu benimsemeyen çocukların büyük çoğunluğu, sistemin görünmeyenleri olarak konumlanmaktadır. Eğitim sisteminin kurumsal işleyişi; katı müfredatlar, standart ölçme değerlendirme yöntemleri ve bireysel farklılıkları göz ardı eden tekdüze yaklaşımlar nedeniyle, bazı çocuklar için yabancı, soğuk ve anlamdan yoksun bir ortam haline gelmektedir. Bu çocuklar çoğunlukla, kendilerini sınıf içinde anlatacak kanalları bulamayan, başarıyı yalnızca akademik sınav sonuçlarıyla tanımlayan bir yapının dışında bırakılmış bireylerdir.
Özellikle duygu düzenleme sorunları yaşayan, özgüveni düşük veya ev içi ilişkilerde desteklenmeyen çocuklar, okulun sunduğu değerler sistemini içselleştirmekte zorlanmakta ve bu yabancılaşma, zamanla davranışsal sorunlara, devamsızlığa ve nihayetinde okul terkine evrilmektedir. Bu durum yalnızca bireysel bir başarısızlık olarak değil, toplumun geleceğine dair sosyolojik bir kırılma olarak okunmalıdır.
Kültürel Uyum Sorunu ve Sosyoekonomik Eşikler: Eğitimde Görünmeyen Duvarlar

Okulu benimsemeyen çocukların bir kısmı, kültürel ve ekonomik olarak sistemin merkezinden uzak toplulukların çocuklarıdır. Göçmen ailelerin çocukları, kırsal bölgelerde yaşayan gençler ya da ekonomik dezavantajlı gruplardan gelen bireyler; okulun dayattığı kültürel kodlarla örtüşmeyen bir dünya görüşüyle yetişmekte, bu da onların okulda anlatılan bilgiye ve değerlere “ait hissetmemesine” yol açmaktadır. Eğitim sisteminde yer alan normlar, çoğunlukla kentli, orta-üst sınıf değerleri üzerinden şekillenmektedir ve bu değerlerin dışında kalan öğrenciler kendilerini ya “uyumsuz” ya da “başarısız” olarak etiketlemekte, böylece okuldan uzaklaşmaktadır. UNESCO’nun 2023 tarihli raporunda, okulu terk eden gençlerin %42’sinin kültürel uyum sorunları yaşadığı, bu grubun büyük kısmının okulda kendini temsil edilmemiş hissettiği vurgulanmaktadır. Eğitim, yalnızca bilgi aktarımı değil, aynı zamanda bir temsil alanıdır ve çocuklar bu alanda kendilerine yer bulamadıklarında, sistemin dışında kalmayı bir tercih değil, bir zorunluluk olarak yaşamaktadır.
Pedagojik Dilsizlik: Öğrenme Modellerinin Tek Tipleştirilmesinin Yıkıcı Etkisi
Okulda uygulanan pedagojik modellerin çok büyük kısmı, bilişsel öğrenmeye ve sözel-dilsel zekaya hitap eden formatlar üzerine kurulmuştur. Oysa Howard Gardner’ın çoklu zeka kuramı, öğrenmenin yalnızca bilişsel düzlemde değil, bedensel, müziksel, doğa ile ilişkili, kişilerarası ve içsel zeka gibi birçok farklı kanalla gerçekleşebileceğini öne sürmektedir. Okulu benimsemeyen çocuklar arasında özellikle kinestetik ya da müziksel zekaya sahip öğrencilerin daha fazla bulunduğu gözlemlenmektedir. Bu çocuklar, ders anlatım yöntemlerinin kendilerine hitap etmediğini, okulun kendilerini anlamadığını ifade ederken aslında pedagojik bir sessizlikle karşı karşıya kalmaktadırlar. Eğitim sisteminin çocukların öğrenme biçimlerine değil, çocukların sistemin öğrenme biçimine uyması gerektiği yönündeki tek taraflı yaklaşımı, birçok öğrenciyi pasif, edilgen ve ilgisiz hale getirmektedir. Bu noktada sorulması gereken şudur: Çocuk öğrenmediği için mi okuldan kopuyor, yoksa okul onu anlayamadığı için mi?
Disiplin Değil Diyalog: Otokontrol Eksikliğine Karşı Bütüncül Yaklaşımlar

Geleneksel okul sistemlerinde davranışsal sorunlar çoğunlukla disiplin kurallarıyla bastırılmaya çalışılır. Ancak okulu benimsemeyen çocukların önemli bir kısmı, duygusal kontrol, dürtü yönetimi ya da sosyal beceriler gibi gelişimsel alanlarda desteğe ihtiyaç duymaktadır. Örneğin Finlandiya’daki bazı okullarda, sorunlu davranış gösteren öğrencilerle birebir ilgilenmek üzere görevli “empati danışmanları” bulunmakta, çocukların duygularını tanıma ve ifade etme becerileri üzerine çalışmalar yapılmaktadır. Bu modelde, davranışın ardındaki ihtiyaç sorgulanmakta, çocukla güç savaşına girilmeden çözüm üretilmektedir. Türkiye’de de benzer bir yaklaşımı uygulayan bazı pilot okullar, özellikle travma geçmişi olan çocuklar için duygusal destek grupları, sanatla terapi oturumları ve “sessiz alanlar” gibi uygulamalarla okulu çocuk için güvenli bir alana dönüştürmeyi hedeflemektedir. Sorunlu davranış, bastırılması gereken değil, anlaşılması gereken bir işarettir.
Çözüm Olarak Katılım: Demokratik Okul Modelleri ve Öğrenci SesiOkulu benimsemeyen çocukların ortak bir özelliği de okulda kendilerine ait bir söz hakkı görmemeleridir. Onlar için okul, yalnızca kuralların uygulandığı, derslerin anlatıldığı, sınavların yapıldığı bir mekan değil; kendilerinin bir özne olarak varlık gösteremedikleri bir yapıdır. Oysa öğrenci katılımını temel alan demokratik okul modelleri, çocukların okul yaşamına karar verici aktörler olarak katılmalarını sağlamakta ve aidiyet duygusunu güçlendirmektedir. Örneğin Almanya’daki bazı reform okullarında öğrenciler okul meclislerinde yer almakta, ders içeriği ve etkinlikler konusunda öneriler sunabilmektedir. Bu katılım yalnızca sembolik değil, işleyişi değiştiren gerçek bir güce dönüşmektedir. Eğitimde sesin yalnızca öğretmene ait olduğu sistemlerde çocuklar dinleyici konumuna indirgenir. Oysa onları gerçekten duymadıkça, sistemin dışına düşmelerini engellemek mümkün değildir.
📚 Düşünürlerin Gözünden: Çocuğun Okulla İmtihanı

‘Bir çocuk okulda ne kadar sessizse, içeride o kadar fırtına kopuyor olabilir.’— Lev Vygotsky
📝 Sessizlik her zaman uyum anlamına gelmez. Bu söz, okulun davranış kalıpları üzerinden yaptığı değerlendirmelerin, çocuğun iç dünyasındaki zenginliği görmezden gelmesine eleştirel bir bakış sunar. İçsel çatışmaların dışa vurulmadığı yerlerde, pedagojik körlük başlar.
‘Çocuklar okula geldiğinde meraklıdır. Ama biz onlara, nasıl düşünmeleri gerektiğini değil, ne düşüneceklerini öğretiyoruz.’— Sir Ken Robinson
📝 Eğitim sistemleri, çocuğun doğasında var olan keşfetme arzusunu törpüleyip ezberci kalıplarla doldurduğunda, öğrenme tutkusu söner. Bu söz, okulun yapısal krizini—özgür düşüncenin yerine mekanik bilgiyi koymasını—çarpıcı biçimde özetler.
‘Çocukları oldukları gibi kabul etmediğimiz sürece, onları değiştiremeyiz.’— Carl Rogers
📝 Her çocuk kendi potansiyeli, kültürel arka planı ve bireysel ritmiyle biriciktir. Ancak sistem, standartlaştırma ve karşılaştırma ile bu çeşitliliği görmezden gelir. Rogers’ın bu ifadesi, pedagojik kabulün değişimin ön koşulu olduğunu hatırlatır.
‘Bir sistem, içinde bulunduğu bireyleri susturuyorsa; sorun bireylerde değil, sistemin kulaklarındadır.’— Paulo Freire
📝 Çocukların katılım göstermediği, ifade edemedikleri ve eleştirel düşünceye teşvik edilmedikleri bir okul, yalnızca bilgi aktaran değil; sessizlik üreten bir yapı haline gelir. Freire burada, eğitimin otoriter değil, diyalojik olması gerektiğini vurgular.
‘Eğitimin amacı, boş bir zihni doldurmak değil, ateş yakmaktır.’— William Butler Yeats
📝 Eğitim yalnızca veri yüklemek değil; düşünce, hayal gücü ve yaşam kıvılcımı uyandırmaktır. Bu söz, eğitimin nicelikten çok nitelik taşıması gerektiğine ve çocuğun içsel dünyasını aydınlatma sorumluluğuna güçlü bir gönderme yapar.
Çocukların sesini duymayan bir eğitim sistemi, aslında geleceğin yankısız çığlığını hazırlar. Okul duvarlarının ötesine geçemeyen pedagojiler, yalnızca ders saatlerini değil; hayal kurma zamanlarını da tüketir. Halbuki her çocuk, temsil edilmediği yerde eksik kalır; anlaşılamadığı yerde yabancılaşır. Bu yüzden mesele yalnızca çocukların okulu benimsemesi değil; okulun da çocukları anlamasıdır. Çünkü eğitim, varlığı şekillendirmek değil, varlığı duymaktır. Eğer biz eğitimin öznesi olan çocuğu tekrar merkeze almazsak, her sınıf birer sessizlik koridoruna; her müfredat, çocukluğun üzerine kapanan ağır bir kapağa dönüşecektir. Gerçek bir dönüşüm, ancak çocuğun göz hizasında başlayan bir bakışla mümkündür.
Belki de en anlamlı soru budur: Biz çocukları eğitiyor muyuz, yoksa onları bizden uzaklaştırıyor muyuz?
X
Bu makalede öne sürülen fikir ve yaklaşımlar tamamıyla yazarlarının özgün düşünceleridir ve Onedio’nun editöryal politikasını yansıtmayabilir. ©Onedio
Kaynak: Onedio
Yorum gönder